Rahmetli Barış Manço’nun “Sözüm meclisten dışarı dostlar” dizesiyle başlayan şarkısının güftesi dönüp duruyor zihnimde. Sözüm meclisten dışarı dostlar, bugünlerde kendimi bakteri gibi hissediyorum.
Yanlış duymadınız efendim, bugünlerde kendimi tam olarak bakteri gibi hissediyorum. Daha doğru bir söyleyişle bakteri gibi hissediyor ya da bakteri gibi davranmak zorunda bırakılıyorum. Aman canım, kim sizi buna zorlayabilir dediğinizi duyar gibiyim. Öyleyse cevap vereyim: Siz, onlar, gazeteler, televizyonlar, sosyal medya, kitapçı rafları, sahaf dükkânları, sinema salonları, tiyatro sahneleri, ders kitapları, sanat ve edebiyat dergileri, sanatçılar ve hatta ben…
Edebiyat ki, tarih boyunca bütün insanlığın gönül sesini yazılı ya da sözlü olarak bugünlere taşımış bir okyanus. Benim gibi kaleme gönül vermiş, kendini sorumlu addeden kimseler ise bu sonsuz okyanusa göze görünür ne bir şey ekleyebilecek nede eksiltebilecek cürümü olmayan birer damla. Buna mukabil her damlanın göz ardı edilemeyecek, kendine münhasır meziyetleri olduğu da bir gerçek. Birinde okyanusun, diğerinde damlanın çekildiği iki fotoğraf karesi düşünelim. Muhtemelen okyanus fotoğrafı ruhumuzu okşar, bizi uzak diyarlara alıp götürür. Fakat damlanın varlık iddiası ve o anı deklanşöre taşıyan sanatçı bizi kendisine hayran bırakır. Bütünde güzelliği, bireyde mükemmelliği keşfederiz.
Birey olmak her nedense bazı durumlarda içinde yaşadığımız toplum tarafından tahammül edilemez ve itici bulunur. Birey; yani özge, kendine özgü, kendine münhasır, özgün olandır ki bir sanatçının ve eserinin bana göre en vazgeçilmez niteliğidir. Bir sanat eseri özgünlüğü derecesinde değerlendirilir ve değerlidir. Bu da sanatçının özge olması ile doğru orantılı bir durumdur. İdeal olan budur ancak gerçekte de böyle midir acaba? Bunu anlayabilmek için herhangi bir edebiyat ya da sanat dergisinin sayfalarını karıştırmak yeterli. Elimize alır almaz kapağındaki ismiyle bile -sanatta direk mesaj vermek sanatseveri küçümsemek anlamına gelir ilkesinin zıddına – bize kendi fikrini dayatır. Hatta dile gelmesi mümkün olsaydı da sanırım bariz bir şekilde bize şöyle seslenirdi: “Ben buyum ve sana kendi kimliğimi dayatıyorum. Sanat yapmaktansa kimliğimi okura dikte etmeyi yeğliyorum. Bunun için de sayfalarımı çevirdikçe neredeyse bir önceki yazıyı teyit eden satırlarla karşılaşacak, birbirini üslubunda olduğu kadar kılık kıyafeti ve yaşam tarzıyla taklit eden yazarlar göreceksin. Çünkü ben eserleri ve yazarları sanat ve sanatçı kimlikleriyle değil ismimde de ifade ettiğim üzere fikren bana yakınlıkları ile değerlendiriyorum” . Ortak bir ürünün ortaya konabilmesi için elbette fikir yakınlığı bir yere kadar kabul edilebilir. Fakat neredeyse aynı kalemden çıkmış, intihale varan satırlar hem sanatçıyı hem de eserini sıradanlaştırıyor bence. Şunu unutmamak gerekir ki sanatçının üslubu taklitten uzak, eseri ise eşsiz olmalı. Her eser kendince bir diğerinden farklı bir şaheser niteliği taşımalı. Bunun için de eser özgün, yazar özge olmalı.
Özgün eserler ortaya koyan bir sanatçı, kendisini bu dergi ya da sanat topluluklarının hiç biriyle fikren yakın hissetmiyor ya da sanatta çeşitliliği savunuyorsa eserini nerede ve nasıl tanıtmalı? Çünkü birey olduğunuzda kabul görmeyen eserinizi sadece sosyal medya sayfalarından yayınlayabiliyorsunuz. Hal böyle olunca bakteri gibi yaşamaya zorlandığını hissedenler olması pek tabii değil mi? Eğer özgün eserinizin geniş kitlelere ulaşmasını istiyorsanız bu yazar kayırma kolonilerinden birine dâhil olmanız gerekiyor. Yani bir bakteri gibi benzerlerinizle kümelenmeniz, koloni oluşturmanız gerekiyor. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlükte bakteri kolonisi; hastalık oluşturmadan çoğalma, kümelenme şeklinde tarif edilmiş. Ben bu ifadeyi şu şekilde yorumluyorum: Hastalık oluşturmadan, herhangi bir tepkiye sebep olmadan, hep aynı ses tonuyla, kimseyi rahatsız etmeden, olduğu gibi kabullenerek, aykırılığı kabul etmeden, baş kaldırmadan, bir sızı, bir dert, bir enfeksiyon oluşturmadan sessiz sedasız kümelenmek. Hâlbuki sanatın amacı; farkındalık yaratmak; kimsenin göremediği incelikleri bulup huzur vermek kadar eksiklikleri de göz önüne çıkarıp rahatsız etmek değil midir? Çıkış noktaları edebiyat olmasına rağmen edebiyat toplulukları, dergileri, yayın evleri bile seçim noktasında koloni sorgulamakta. Sanat değeri düşük olsun ama bizim koloniden olsun zihniyetiyle hareket etmekte. Herkes kendi kolonisi ile rahatsız etmeden, rahatsız olmadan hep birlikte -tabiri caizse- kendi çalıp kendi oynamakta. Sanatın ve sanatçının öznelliği koloni içinde yok olup gitmekte. Bu durumda ben, ya hangi koloniye dâhil olacağıma karar vermeliyim ya da kalemi kâğıdı bir kenara bırakıp etrafı seyretmeli, keyfime bakmalıyım. Acaba sanatçının kolonisi yoksa sanatçı değil, eseri de sanat eseri değil midir? Bir siyasi fikre, bir tarikata, bir ideolojiye dayanmayan eserin sanat ağırlığı yok mudur? Böyle bir eser bir başyapıt olsa dahi gün yüzüne çıkarılmaz, usta sanatçısı da unutulup gider mi?
Hayal bu ya; bir gün siyasi, ideolojik hiçbir sübjektif kökene bakılmaksızın en iyi sanatçıların ve en iyi eserlerin bir araya getirildiği bir sanat kolonisi düşlemekteyim. Bu büyük sanat kolonisinin birbirinden farklı ışıklar saçan yıldızlarından oluşmuş bir de edebiyat kolonisi tabii ki. Peki, bu kolonilerin hiçbir ilkesi olmayacak mı? Elbette olacak, ilkesiz bir sanat düşünülebilir mi? İnsani, milli ve ahlakî değerlerle beslenmiş, zihnimizi uyandıran, ruhumuza huzur veren bir eserin hangi ideolojinin ürünü olduğunun ne önemi olabilir. Kabil her dinde ve ideolojide kardeş katilidir. Bu hem insani, hem dini hem de evrensel bir gerçektir. Bahar her sanatçı için coşku, hazan ise ilham kaynağı olarak bilinir. Ahlakî ve insanî değerlerle olduğu kadar yaşadığı toplumun örf -adet ve ananeleri ile çatışmayan, yanlış ve kötü ile kavgası olan bir sanatçının siyasi kimliği kimi ilgilendirir. Bu doğrultuda ortaya koyduğu eseri ise neden onun siyasi kimliği ile değerlendirilsin. Böyle bir değerlendirme sanatı yaralamak, sanatçıyı incitmekten başka bir şey değildir. Yazar kayırma kolonisinden herhangi birine dâhil olmayan yazar böyle bir yargılamadan sonra sanata küser, üretmekten vazgeçmese bile kendi kabuğuna çekilir. İnsanlığı, değerli bir sanatçıdan ve eserinden mahrum etmeye hiç kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum.
Yıllardan beri hayıflanıp durduğumuz beyin göçüne benzer bir de sanat göçü yaşamak istemiyorsak sanatımıza ve sanatçımıza sahip çıkmak hepimizin görevi. Kadim medeniyetimizden bizlere kalan şaheserleri ve ustalarını nasıl saygı ve minnetle anıyorsak bugünün ustalarının önünü açarak da yarınlara hazırlık yapmalıyız. Toplumun mihenk taşı olan sanatçılarımızın üslubunu ve eşsiz eserlerini tarafsız bir gözle değerlendirmeli, her eserin hakkını teslim etmeli; gerekirse insanî, millî, vicdanî çerçevede eleştirilerimizi de yapmalıyız. Her siyasi iktidar değişikliğinde kendine yakın sanatçıları ön plana çıkarmaya çalışan zihniyetlere en güzel cevabı verecek olanın – düzeyli, kendini geliştirmiş, her bir değerine ayrı ayrı sahip çıkan- sanatseverler ve okurlar olduğunu düşünüyorum.
Gerçek sanatseverlerin arttığı ve sanatçıların hak ettiği değeri gördüğü bir ortamda ben ve benim gibi kalem sevdalıları da “ben hangi kolonidenim, hangi kayırmacı koloniye dâhil olmalıyım” demek zorunda kalmayacaktır. Üstelik eserlerini sosyal medyadan yayınlamak yerine ustasından öğrendiği, çırağına öğrettiği edebi hazlarla dopdolu sanat ortamlarında kendini geliştirecek ve edebiyat sayfalarında onurla yerini bulacaktır. Yukarıdaki satırlarda hayal bu ya demiştik, gerçekleşmesi muhtemeldir ümidiyle kurulur elbet.
Hayatın acı gerçeğiyle yüzleşince ayaklarımı yere basmak ve sormak zorundayım “Ben hangi kolonidenim, hangi koloni beni kabul edip eserimi yayınlanmaya değer bulur? Yazdıklarımı tarih tekerrürden ibarettir deyip saklamalı ve ebedi hayata intikalimi müteakip bir yakınımın bastırmasını ümit edip, öldükten sonra değeri bilinecekler sırasına mı girmeliyim Yoksa bir koloniye dâhil olup onların hoşlarına gidebilecek ısmarlama eserler mi vermeliyim. Sözüm meclisten dışarı dostlar bugünlerde kendimi bakteri gibi hissediyorum.
“Öldükten sonra meşhur olmak sadece yaşarken hatırlanmaya değer olmayanlar içindir.” diyor Emily Dickinson. Kim bilir belki de haklılık payı vardır Amerikalı şairin? En iyisi ben, her şeyi bir kenara bırakıp sanat bazen de sanat içindir deyip yeniden kaleme sarılayım. Kendi iç huzurumla baş başa kalayım. Belki hiçbir koloniye dâhil olmayan eşsiz benzerlerimle farkında bile olmadan hayalini kurduğum edebiyat kolonisi için de ilk adımı atmış olurum.
Fakat ne çare ki, bir bakterinin asli görevi enfeksiyon oluşturmaktır, ister tek başına ister koloni halinde olsun…