Yazmak güzeldir. Fakat bazen zihninizden kaleminize doğru akan kanallar tamamen tıkanır, tek bir kelime dahi yazamazsınız.
Siz buna ister ilham gelmediği için, ister muhayyilenizde çarpışan nesnelerin ve olayların yoğunluğundan deyiverin. Ben size zihnimin bir çöplüğe dönüştüğünden bir türlü kaleme doğru fikir akışı sağlayamadığını söyleyeceğim. Evet, zihnimde oluşan tam bir fikir, olay, nesne ve yanıp sönen ilhamımsı sanrıların çöplüğünden bahsedeceğim. Belki bu sayede kalem ve kelâm kanallarımı da ayıklamış olacağım. Uçarı bir genç kız çılgınlığı ile hayallerimden atlaya zıplaya geçen sanrıların kalemime düğümlediği, haftalar süren yazma tutsaklığıma bir çare arayışındayım. Eğer yazabiliyorsanız, yazmak güzeldir ve güzel bir yazı okuyucunun dimağında doyumsuz bir haz bırakır.
Otobüs beklerken, uykuya dalarken, bulaşık yıkarken, araç kullanırken zihninizde yanan pırıltılı fikirlerden kalemi kâğıdı elinize aldığınızda, klavyenin tuşları emrinize amadeyken aklınızda tek bir harf bile kalmaması nasıl bir hüsrandır anlatabilsem. Ne düşünmüştüm, nasıl bir metafor vardı, hangi arketiplerden oluşuyordu, can alıcı tema neydi, en vurgulu başlık hangisiydi derken ümidin yelkenleri bir kere daha suya iner. Sonrasında bekleyiş… Boşlukları dolduran hayat… Yazmakla aradaki mesafe gittikçe artar. Hâlbuki, anlatacak çok şey vardır.
Zihnimin geveleyip durduğu binlerce konu; anlatılmayı bekleyen bir o kadar acılı, ağrılı, sancılı hayal kırıklıkları; umutlu, mutlu, umutsuz, korkak, cesur insan silüetleri; savaşlı, bayramlı, geçmişli, gelecekli, şimdili zamanlar; barutlu, çiçekli, tarihî, ütopik mekânlar sıra bekleme adabına uymaksızın her biri ilk sıraya girmek için zihnimin köprülerini zorlamaktalar. Tek tek ve pür dikkat geçilmesi gereken bir asma köprü üzerinde; birbirinden hayaller, olaylar, kişiler, zamanlar, mekânlar çalan bir güruh halinde itişip kakışmaktalar. Bu yağmacı güruhun zihin köprümün halatlarını koparması an meselesi. Bu nedenle bir an önce köprü üstündeki kalabalığı düzene sokup her birini, zihin-kalem arasında gerekli rağbeti göstererek bir süre misafir etmek ve en nihayetinde sonsuza kadar kâğıda mukim kılmak niyetindeyim.
İşte tam da bu aşamada sizlerin yardımına ihtiyaç duymaktayım. Kahramanlarımı tanıtıp hangisinin önceliği hak ettiğini size sormak istiyorum. Belki bana çocuklardan başlamamı tavsiye edebilirsiniz. Acaba ailelerinden koparılıp toplama kamplarında değer yargıları ve kimlikleri unutturulmak istenenden mi, henüz ergenliğe bile ulaşmadan eline silah tutuşturulandan mı, insan tüccarları tarafından kaçırılıp dünyanın öbür ucunda pazarlanandan mı, açlık ve hastalığın pençesinde ölenden mi, madenlerde, tarlalarda minik bedenlerinin kat be kat üstünde ağır işler yüklenenlerden mi bahsetmeliyim? Yoksa çöp kutularında yiyecek arayanlardan mı, sessiz ve kimsesiz karanlıklarda korku içinde sokaklarda sabahlayandan mı, gizli ve aşikâr tecavüze uğrayandan mı, bir türlü anlam veremediği büyüklerin savaşında bombardıman altında kalandan mı, çocuk olmadan anne olandan mı, bir harf öğrenebilmek için saatlerce tehlikeli yolları kat etmek zorunda kalandan mı bahsetmeliyim? Belki de yazdıklarımı okurken sizi üzmeyecek, suya sabuna dokunmayan, sıcacık yuvasında ailesiyle mutlu, mesut yaşayıp geleceğe dair hayalleri olan çocuklardan bahsetmeliyim. Okuyucunun psikolojisi de özenle hatırlanması gereken bir realite.
Önceliği kadınlara vermem gerektiğini düşünenler olacaktır. Ama ben seçmekte yine zorlanacağım. Bu defa da eşi tarafından sürekli darp edilenden mi, eski eşi tarafından sokakta öldürülenden mi, boşandığı için baba evine kabul edilmeyenden mi, kıyafeti nedeniyle hiç tanımadığı bir erkek tarafından saldırıya uğrayandan mı, sorumsuz eşi yüzünden evinin geçimini tek başına sağlayandan mı, babaları tarafından terk edilmiş evlâtlarını izbe mekânlarda aramak zorunda kalandan mı, engelli evladını sırtında okula götürüp getirenden mi bahsetmeliyim diye düşüneceğim. Acaba işyerlerinde erkek meslektaşları tarafından göz ardı edilip başarıları çalınan ya da hiç gündeme getirilmeyerek ikinci sınıf ve pasif duruma düşürülmek istenen doktor, veteriner, hâkim, savcı, akademisyen, sporcu, ressam, müzisyen, edebiyatçı, heykeltıraş, avukat, sosyolog vb. hanımlardan mı başlamalıyım. Yoksa yapılan haksızlıklara boyun eğmeyip mücadele eden ve geçimsiz ilan edilip psikolojik tacize uğrayan kadınlardan mı bahsetmeliyim. Belki de evinde kendini geliştirip bütçesine, iğneyle kuyu kazmak misali katkıda bulunmaya çalışan, kayınvalide ve kayınpederine hasta bakıcılık dahi yapan ama asla takdir edilmeyen üstelik konu komşuya akrabalara dedikodusu yapılan, ömrünü eşine ve ailesine kendini beğendirmeye adayan ama en ufak bir iltifat görmeyen gelinlerden mi, küçük yaşta babası yaşındaki adamlarla evlendirilip çoluk çocuğa karışan, dünyayı köyünden ibaret zannedenlerden mi, bütün ömrünü onlara hayat vermek için harcadığı evlatları tarafından yaşlanınca ilgisizliğe mahkûm edilenden mi, henüz ömrünün baharındaki gencecik evlâdını şehit verip bir ömür yüreğinde bir yumak ateş ve hasretle kavrulandan mı bahsetmeliyim?
Düşündüm de, geçmişi ve geleceği birbirine bağlayan, hayatın çıkış basamaklarına doğru yol alan gençleri ilk sıraya koymak daha doğru olur gibi geldi bana. Fakat ben yine işin içinden çıkamıyorum. Akranları gibi okula gitmek yerine ev geçindirmek zorunda kalandan mı; yeterli eğitimi almadan profesyonel teröristlerin karşısına çıkarılıp şehit olandan mı, bu çatışmalarda gazi olup ömrünün geri kalanını engelli bir birey olarak ekonomik sıkıntı ile geçirenden mi; ilgisiz aileler yüzünden uyuşturucu batağına saplanandan mı; maddi imkânsızlıklar içinde okulunu bitirdikten sonra yıllarca atanamayan, bunun sonucu olarak kendini yetersiz hissedip depresyona giren ve içine kapanandan ya da intihar edenden mi bahsetmeliyim ? Yoksa, idealist amaçlarla atandığı bölgelerde teröristlerce şehit edilenlerden, okulu, hastanesi yakılıp yıkılanlardan mı, ülkesinin ve kendisinin geleceğinden ümidi kesen ve çareyi başka ülkelere gitmekte bulanlardan mı, bilim ve sanatla ilgili yenilikleri takip edecek yerde modern kahvehanelerde zaman tüketenlerden mi, yaptığı en ufak bir hatada öğretmenleri ya da aile çevresince dışlanıp daha büyük hataların içine sürüklenenlerden mi, ülkesinin geleceğine ışık tutacak yerde elinde tespih sokaklarda kabadayılık yapanlardan mı, geleceği adına siyasi partilerin gençlik yapılanmalarına umut bağlayandan mı, akademik eğitimine hiç de uygun olmayan bir yerde asgari ücretle çalışmak zorunda kalandan mı bahsetmeliyim?
Belki de, insan onuruna yakışır şekilde yaşamak ve ailesini yaşatmak dışında bir amacı olmayan erkeklerden bahsetmeliyim. Acaba çalışmasının karşılığı kapitalizmin doymak bilmeyen çarklarında eriyen buna mukabil borçları bölünerek çoğalan, iflas edip intihar edenden mi, çoluk çocuğunun rızkı için çok emek verip az maişet elde edenden mi, kurtlar sofrasından alnı ak, başı dik kalkmak için haysiyetinden ödün vermeyenden mi, hırsızın, arsızın, namussuzun bol olduğu dönemlerde kendini ailesine kalkan edenden mi, her tür etiket ve iftira ağlarına takılmamak için sürekli zorlu yollardan geçenlerden mi, vatanı, milleti için kendi yaşamından feragat edenlerden mi, gelir adaletsizliğinin büktüğü belini doğrultamayan ve hayati ihtiyaçlarını karşılayamadığı evlatlarına mahcup olan babalardan mı, vatanından sürülen ve teknolojik silahlardan koruyamadığı evladını kendi elleriyle toprağa verenden mi, zalimin zulmü karşısında Allah’tan başka şikayet ve sığınma mercii bulamayan babalardan mı bahsetmeliyim?
Yoksa yeryüzünün en masumu, hayvanlardan mı bahsetmeliyim? Hani sokaklarda kimsesiz, aç susuz dolaşan ve durmadan tekmelenen, sopa ile saldırılan, taş atılan, tecavüz edilen, plastik bir eşya gibi davrandığımız, canının yanmayacağını sandığımız hayvanlardan… Bir insanın hayal bile edemeyeceği kötülüklere maruz kaldığı halde ne derdini anlatabilen ne de sığınacak bir yeri olmayan masum hayvancıklardan. Karda yağmurda üşümez diye sokakta ve korunaksız bıraktığımız, hastalanarak ya da donarak ölen sonra da bir çöp gibi kenara fırlattığımız masumlardan bahsetmek okuyucunun moralini bozabilir. Biraz yemek artığı, biraz su verme sorumluluğundan kurtulmak için doğalarını bozmayalım, avlanarak beslenmeleri gerekir diyerek vicdanımıza hile yaptığımız, bir kliniğe götürmemek için zaten çok kötü durumda ölecek diye kendi aklımızla bile oynadığımız ve vaat edilmiş bir günde elbette üzerimizdeki haklarını alacak olan Rabbin dilsiz kullarından mı bahsetmeliyim birinci sırada?
Belki de, ilk önce ata yadigârı mekânlardan, tarihi eserlerden, şehirlerden, kubbelerden, nakışlardan bahsetmeliyim. Eski dehlizvârî binalarından, uzay üssünü andıran yeni binalarına taşınmaya değer bulunmayıp yerlere yığılmış, çok ucuza satılmayı bekleyen, sayfalarca el yazması eserden mi; restorasyon adı altında eski nezih görüntüsü kaba alçı darbeleriyle ezilen nakışlardan mı; fosforlu, abartılı renklere boğdurulan zarif pastel işlemelerden mi; kubbe kubbe örülmüş kentlerin basık tavanlı çok katlı binalarla örtülmesinden mi, Evliya Çelebi’nin bir yerden bir yere daldan dala atlayarak seyahat edilebilir şeklinde tasvir ettiği yemyeşil bir coğrafyanın gri ve kültürsüz bulvarlarla kuşatılmasından mı bahsetmeliyim?
Unutulmaya yüz tutmuş el sanatları, zanaatlar veya bunların bir sonraki nesle aktarılma ümidini yitirmiş, yavaş yavaş tarihin sarı sayfalarında kendi kaderine bırakılmaya yüz tutmuş sanatçı ve zanaatkârlarından mı bahsetmeliyim?
Bütün bunlar zihnimin asma köprülerini sallayıp durmaktalar. Kendilerine yapılan nezaketsizliğe karşın tahammül sınırlarının çok ötesine geçmiş olarak bir kalemden çıkacak birkaç kelama umut bağlamaktalar. Ben ise; saydığım tüm cürümlerin hem faili hem mefûlü olarak, yazamamakla imtihanını tamamlayamamış, öncelik sırasını hangisine verme konusunda bîkarar öylece beklemekteyim. Bilirim ki bütün bu bahsettiklerim en güçlü ve nahif kalemlerimiz tarafından defalarca yazılmıştır ve yine bilirim ki, gök kubbe altında söylenmemiş söz kalmamıştır. Lâkin her kalem kendince mesuliyet sahibidir. Her kalemin söyleyişi, tınısı, rengi ve algılayıcısı başka başkadır.
Şimdi bir lütufta bulunun, sanrılarımın düğümlerini çözmeme yardım edin ve bana siz söyleyin önce hangisinden bahsetmeliyim, hangisi daha önemli sizce? İlk sıraya neye veya kime vermeliyim ve yazmalıyım?
Berrin Müzeyyen Alpay